You Are Here: Home » Genel » TÜRK-ÇİN İLİŞKİLERİNİN GELİŞMESİ

TÜRK-ÇİN İLİŞKİLERİNİN GELİŞMESİ

Türkiye Paris Büyükelçisi Hasan Esat Işık ile Çin Halk Cumhuriyeti Paris Büyükelçisi Huang-chen arasında 4 Ağustos 1971’de imzalanan bir protokolle iki ülke arasındaki diplomatik ilişki tesis edilmişti. Bu protokole göre, “Bağımsızlık, egemenlik, iç işlerine karışmama, hak eşitliği, toprak bütünlüğünü ve karşılıklı çıkarları koruma prensibi çerçevesinde, bugünden itibaren diplomatik ilişkinin kurulmasına karar verilmiştir.” Bu diplomasi belgesinin 35 yıl önce imzalanmasıyla Türkiye’de siyasî çevreler arasında tartışmalar yaşanmıştı. Bu tartışmalar, Çin Halk Cumhuriyeti ile kurulan diplomatik ilişkinin Türkiye’ye ne getirip Türkiye’den ne götüreceği meselesi yani milli çıkarlar üzerineydi. Ancak, tartışma neticesinde Çin ile diplomatik ilişkinin tesis edilme sebebi gizli kalmıştı.

ABD ordusunun Vietnam’da saplanması ve Sovyetler Birliği’nin giderek güç kazanması ile Washington siyasî alanda zor günler yaşamaya başlamıştı. Bu olumsuz durumun değiştirilmesi için Richard Nixon hükümeti ulusal güvenlik danışmanı Henry Kissinger’in tavsiyesi ile Vietnam’dan çıkma ve Sovyetlere karşı Çin’i stratejik ortak olarak seçme politikası benimsenmişti. Washington’un yeni Çin politikası, birçok ülkenin Pekin’i tanımasına neden olmuştu.

Bu uluslararası konjonktürel değişim üzerine Ankara da Çin ile diplomatik ilişki tesis edilmesine karar vermiş ve Kissinger’in tarihi Çin ziyaretinden hemen sonra 4 Ağustos 1971’de iki taraf karşılıklı imza atarak bu ilişkiyi hayata geçirmişti. Aslında Çin için Türkiye yabancı sayılmıyordu. 1960’lı yıllarda Türkiye’de cereyan eden anti Amerikan faaliyetlerine, Çin Komünist Gençlik Teşkilatı Başkanı Hu Yaobang (eski Çin Komünist Partisi Başkanı) ve Çin İslâm Cemiyeti Başkanı Borhan Şehidi (Eski Doğu Türkistan Genel Valisi) verdikleri beyanatlarla destek oldular. Çin Komünist Partisi’nin sesi olan Renmin Ribao da özel başyazısıyla Türkiye’ye destek vermişti.

Soğuk Savaş’tan sonra 1995’te 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Çin’i ziyaret ederek ikili ilişkileri değişik bir boyuta götürmüştü. Siyasî ilişkiler yalnızca ikili çerçevede kalmayıp bölgesel ve küresel konularda fikir alış-verişinde de bulunulmuştu. Ticari ilişkilerde kayda değer bir artış olmasa da Türkiye lehine gelişen ikili ticaret ilişkileri vardı. Bu durum 1990’lı yıllardan sonra değişmeye başlamıştır. Bugün Çin’in lehine gelişen ikili ticaret ilişkileri mevcuttur. Savunma-askerî boyutlu ilişkiler de 90’lı yıllardan itibaren gelişmeye başlamış ve 1996 yılında doruk noktasına ulaşmıştır.

Türk-Çin İlişkilerindeki Sorunlar

Türk-Çin ilişkilerinin gelişmesiyle bazı problemler de ortaya çıkmaya başlamıştı. İki ülkenin ulusal çıkarları aynı olmasına rağmen, ulusal hedefleri farklıydı. Birçok alanda ortak çıkarları vardı ancak dış politika öncelikleri birbiriyle örtüşmüyordu. Uluslararası sorunlara olan bakış açılarının bir kısmı aynı değildi. Örtüşen görüşleri olmasına rağmen sürdürülen politikalar da farklıydı. Her iki ülkeyi ilgilendiren bölgesel sorunlar üzerinde teorik olarak işbirliği yapma imkânları olmasına rağmen, bugüne kadar bu alanda somut bir gelişme görülmemiştir.
Ekonomik-ticari ilişkiler Türkiye’nin aleyhine gelişmektedir. 1980’li yıllarda ikili ticaret ilişkilerini arttırmak için belirlenen hedefe ulaşılamamıştı, hatta birlikte üçüncü bir ülke ve bölgeye yönelme stratejisi de gerçekleştirilememişti. Ancak askerî ilişkiler giderek artmaya başlamıştı. Bu gelişmelerle birlikte Türkiye’nin pek hazır olmadığı Doğu Türkistan sorunu da ikili ilişkileri yokuşa itmektedir. Özellikle Türkiye’de iş dünyası, ikili ticaretin engelini Doğu Türkistan sorunu olarak algılamaktadır.

Mayıs 1998’de dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit’in gerçekleştirdiği Çin ziyaretinden itibaren, ilişkilerde daha çok ticaret ve Doğu Türkistan sorunları yer almaya başlamıştır. Çin’in bu hassasiyetini dikkate alarak Aralık 1998’de hükümet, Türkiye’deki Doğu Türkistan ayrılıkçı faaliyetlerini kısıtlayan 36 No’lu gizli genelgeyi yayınlamıştı. Ankara, yükselmeye başlamış olan Çin’e, Türkiye’nin Asya-Pasifik bölge politikasının gerçekleşmesinin güvenilir partneri olarak bakmaktaydı. 1999’da Çin Halk Kongresi Başkanı Li Peng ve 2000’de Çin Devlet Başkanı Jiang Zemin’in Türkiye ziyareti sırasında, Doğu Türkistan faaliyetlerine karşı tedbirlerin alındığı ve Türkiye’de Çin’i bölme faaliyetlerine izin verilmeyeceği konusunda güvence verilmişti. Hatta Çin’in talebi üzerine 2000’de hükümet, dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ı Çin’e göndererek suçluların iade edilmesine ilişkin bir anlaşmaya imza atmıştı. İki ülke cumhurbaşkanları Süleyman Demirel-Jiang Zemin arasında terörizme karşı ortak deklarasyon yayınlamıştı. Ankara aynı zamanda ikili ilişkilerine katkıları bulunduğu için Zemin’e madalyon vermişti. DSP, ANAP ve MHP’nin oluşturduğu hükümetin çalışma programına “Çin Halk Cumhuriyeti ile ilişkilerimizin çok yönlü olarak geliştirilmesine özen gösterilecektir” şeklinde özel bir ibare de konulmuştu. Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli’nin Haziran 2002’de yaptığı Çin ziyaretiyle Türkiye’nin iyi niyeti gösterilmişti. 1999-2002 yılları arası Türkiye-Çin ilişkisinin bahar dönemiydi. Fakat bütün bu çabalara rağmen Türkiye’nin çıkarları karşılanamamıştır.

Türkiye’nin Çin üzerindeki çıkarları

1. Çin’in uluslar arası arenadaki etkisi: Türkiye, Çin’in Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi Daimi Üyesi olacağını, giderek yükselmeye başlayan hatta 2030-2050 yıllarında ABD’yi geride bırakarak dünyanın süper gücü olacağını öngörmektedir. Çin ile ilişkilerini geliştirerek Türkiye’nin uluslararası çıkarlarının korunması amaçlanmaktadır.
2. Ticari çıkarlar: Bugün Çin dünyanın üçüncü büyük ticaret ülkesi ve dünyanın altıncı büyük ekonomik gücüdür. Dünya nüfusunun 1/5’ini oluştururken, dünyanın en büyük pazarına sahiptir. Türkiye, Çin pazarındaki pastadan payını almak niyetindedir.
3. PKK ve Kuzey Kıbrıs sorunu: Türkiye’nin güvenliği ve Kuzey Kıbrıs’taki menfaatlerini korumak için uluslararası platformunda Çin’in desteğinin alınması hedeflenmiştir.
4. Füze ve füze teknolojisi alanında işbirliği: Türkiye dünyanın en istikrarsız bölgelerinin tam ortasında olup füze sahibi komşu ülkeler tarafından kuşatılmıştır. Caydırıcı özelliği olan bu tür stratejik silahlara sahip olması Türkiye’nin güvenliği için fevkalade önem arz etmektedir. Bu alanda 1996’da iki ülke arasında işbirliği anlaşmaları yapılmıştır.

Türkiye’nin, bütün bu çıkarları elde edebilmesi için Çin ile yakın ilişki sağlaması gerekmektedir. Ancak yükselmekte olan Çin, ekonomik kalkınması, askerî gücü ve uluslararası arenadaki etkisini Türkiye ile henüz paylaşmamaktadır. PKK ve Kuzey Kıbrıs konusunda Çin her zamanki gibi temkinli davranmakta hatta Çin tarafı PKK’yı Doğu Türkistan meselesiyle özdeşleştirerek Türkiye’yi uyarmaya çalışmıştır. İki ülkenin ekonomik ilişkileri birbirini tamamlamamakla birlikte ürettikleri mallarla aynı pazarda rekabet etmek zorundadırlar. Çin’in ucuz işgücü ve ucuz fiyatıyla Türkiye rekabet edememektedir. Ayrıca Çin ile olan ticari ilişkilerde, iki ülkenin ticaret mevzuatının farklı olması, Çin’in ticarette başarılı olabilmek için özel ilişki kurallarını bilmemesi ve en önemlisi Türkiye’nin Çin’de faaliyette bulunan dünyanın önde gelen 500 şirketinden 400’ü ile mücadele edememesi gibi sebepler bulunmaktadır. Ağustos 2002’den sonra ABD’nin baskısından dolayı Çin hükümeti füze ve füze teknolojisi intikalini bir yasa ile engellemiştir. Bu durum Türkiye-Çin arasındaki füze teknolojisi işbirliğinin, özellikle orta menzilli ve katı yakıtlı füzeler konusundaki işbirliğinin nasıl sürdürüleceği sorusunu akla getiriyor.

Çin’in Türkiye üzerindeki çıkarları

1. Türkiye’nin özel stratejik konumu: Jeostratejik konumu olan Türkiye’yi kazanmanın, Çin’in büyük ülke olma rüyasının gerçekleşmesi için fevkalade önemi vardır. Türkiye’yi kullanarak jeopolitik anlamda rakiplerinin (ABD, AB, Rusya ve Hindistan) Çin’e tehdit oluşturmasını engellemiş olacaktır. Türkiye ile olan iyi ilişkileri Çin’in Avrasya’daki etkinliğini daha da arttıracaktır.
2. Orta Asya ve Orta Doğu bölgelerinde enerji işbirliği: Çin’in ekonomik kalkınması ile enerji tüketimi hızla artmaktadır. Çin petrol tüketiminin %40’ını ithalat yoluyla temin etmektedir. Petrol ithalatının %60’ı Ortadoğu bölgesinden, %20’si Orta Asya ve Hazar’ın doğu kıyısındandır. Çin, bu iki bölgedeki enerji çıkarlarını sağlayabilmek için bölgedeki bir güç ile işbirliği yapmak zorundadır. Bu bölgenin enerji güvenliğini sağlayabilecek en uygun ülke ise Türkiye’dir.
3. Sınır bölge güvenliği: Çin’in, Doğu Türkistan’daki ayrılıkçı faaliyetleri ortadan kaldırması ve ülke güvenliğini sağlaması için Türkiye’nin desteğine ihtiyacı vardır. Doğu Türkistanlılar Müslüman Türk halkı olmasıyla birlikte, siyasî idare dışında diğer bütün beşeri alanlarda Orta Asya ve Türkiye halkı ile bir bütündür. Bu nedenle Doğu Türkistan, Çin’i bu bölgelerden ayıran ve aynı zamanda bu bölgeleri birbirine bağlayan bir bölge olarak, yerüstü ve yeraltı zenginlikleriyle stratejik önem kazanmaktadır. Doğu Türkistan sekiz devlet ile huduttur. Ayrıca siyasî güvenliği de söz konusudur. Doğu Türkistan kuzey, batı ve güneyden yüksek dağlarla kuşatılmıştır, bu da askerî savunma konusunda önemli bir konumda olduğunu göstermektedir. Yani tarihte olduğu gibi güçlenen Çin, Doğu Türkistan’ın bu stratejik özelliğinden istifade ederek her zaman Orta Asya bölgelerine yönelik stratejik derinlik politikasını uygulayabilecektir. Ancak Çin için stratejik öneme sahip olan bu bölge, rakibi için de aynı önemi ifade etmektedir.

Ancak Çin, Türkiye’den endişelidir. Türkiye’nin tarihi geçmişi, Türkiye’nin menfaat bölgesinde (Balkan, Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya) potansiyel bir güç olması, Batı ile entegre olması ve NATO üyesi olması gibi özellikleri Çin’in Türkiye’ye olan güvenini zayıflatmaktadır. Çin, Türkiye’nin ABD ile birlikte Ortadoğu veya Orta Asya’da işbirliği yapmasından ya da Türkiye’nin AB üyesi olmasıyla AB’nin doğu sınırı Orta Asya’ya uzanarak Çin’in bölgedeki menfaatlerini tehdit edebileceği düşüncesindedir. Türkiye’yi Şanghay İşbirliği Örgütü’nden uzak tutması da bu endişenin bir yansımasıdır. Çin’in şu aşamada, Türkiye’nin Doğu Türkistan meselesini bir koz olarak kullanabileceği varsayımdan ibarettir. Türkiye’deki Doğu Türkistan siyasî güçleri Aralık 1998’deki gizli genelge sonrası Batılı ülkelere taşınmıştır. Siyasî anlamda Doğu Türkistan meselesi Türkiye’den uzaklaşmıştır.

Yeni Dönemde Yeni İlişkiler

Çin’in yükselişi 21. yüzyılın en büyük olaylarından biridir. Batı’nın siyasal ve toplumsal değerleri ile farklı olan Çin’in yükselişi, sadece Asya’nın siyasî ve ekonomik dengelerini değiştirmekle kalmayacak, aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana oluşturulmuş uluslararası sistemde de etkisini gösterecektir. Realizme göre her hangi yeni yükselen bir güç mevcut hegemonyayı ortadan kaldırır. İnsanoğlunun son 500 yıllık tarihi bunu teyit etmektedir. Bu anlamda yükselen bir Çin Türkiye için de önemlidir. Yükselmekte olan Çin, en çok ABD ve diğer güçleri endişeye sokmaktadır. Çin hükümeti ne kadar Yeni Güvenlik Konsept ve Barışçı Yükseliş gibi bir ifadeyle bu güçleri yatıştırmaya çalışıyorsa da, kuşkuları gidermiş değildir. Çin ile beraberinde Hindistan ve Brezilya gibi ülkeler de yükselmekte ve bunun yanında Rusya, AB ve ABD gibi güçler de bulunmaktadır. Dünyanın çok kutuplu sisteme yöneleceği açıktır. Bu ülkelerin ilerdeki dünya sistemine biçim vereceği de şüphe götürmez. Şu aşamada Balkanlar’da, Ortadoğu’da, Kafkasya ve Orta Asya’da konjonktürel değişimden çok yapısal değişimler yaşanmaktadır. Bütün bu değişim Türkiye’nin her yönünü etkileyebilir. Türkiye bu gelişme sürecini yönlendiremese de gelişmelerden kendi payını çıkarmak mecburiyetindedir. Bu çıkarları sağlayabilmesi için adı geçen güçleri yakından takip etmeli ve stratejik planlarını oluşturmalıdır.

Türkiye’nin milli çıkarlarının büyük bir kısmı Batı’dadır. Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve milli güvenliği en çok ABD ve Avrupa kıtası ile ilgilidir. İkinci düzeydeki milli çıkarı Türkiye’nin menfaat alanlarıdır. Üçüncü düzey ise Türkiye’nin milli çıkarlarını ilgilendiren Rusya, Çin ve Hindistan gibi diğer güçlerdir. Ancak bu statik durum değildir, zaman ve mekâna göre bazı güçler Türkiye için daha önemli olabilir. ABD ve AB Türkiye’nin menfaat bölgelerini etkileyebileceği gibi Rusya, Çin ve Hindistan da aynı işlevi üstlenebilir. Türkiye, birinci düzeydeki güçlerle (ABD ve AB) ikili ilişkileri geliştirebilir, ikinci ve üçüncü düzeydeki güçlerle ise çok taraflı işbirliği ilişkilerini geliştirebilir. Durumun değişimine göre ikili ve çok taraflı işbirliğini birlikte ele alabilir.

Tarihten beri ikili iyi ilişkiler ortak çıkarlar üzerinde inşa edilmektedir. Ortak çıkarları belli siyaset, ekonomi, güvenlik, ideoloji ve kültür alanlarında vasıtalar sağlaması gerekmektedir. Türkiye-Çin arasındaki ilişkiler ortak çıkarlardan çok iyi niyet ilişkilerine dayandırılmaktadır. İyi niyetli olmak her zaman karşılıklı güveni sağlayamaz. Bu nedenle 1999’dan bu yana geliştirilen Türk-Çin ilişkileri pek başarılı olamamıştır. Türkiye-Çin ilişkilerinin ortak çıkarlar zeminine oturtulması ve ortak çıkarların tespit edilmesi gerekmektedir. Tespit edilen çıkarları uyumlu hale getirebilmek için bazı politik araçların geliştirilmesi zaruridir.
Dr. Nuraniye HİDAYET EKREM – UZAK DOĞU-PASİFİK ARAŞTIRMALARI MASASI
http://savunmavestrateji.blogcu.com/turk-cin-iliskilerinin-gelismesi/481827

Uygur Akademisi © Her Hakkı Saklıdır.

Scroll to top