Türk-Çin İlişkilerinde Yeni Dönem
Cihan Uğur
2010 Ekim ayı başında Çin’in en sevilen liderlerinden ve başbakan görevindeki Wen Jiabao (Vın Cia Bao)’un Türkiye ziyaretiyle Türk Çin İlişkileri adına hiç şüphesiz daha yakın sıcak ve hareketli bir dönem başladı. Gezi öncesi Anadolu Kartalı tatbikatına Çin’in de katılmasına izin verilmesi ve gezi esnasında imzalanan anlaşmalarla birlikte, Türk-Çin ilişkilerinde bir eşik aşılmış oldu.
Ekonomik İlişkiler “Vın”ladı
Bütün bu gelişmelerin perde arkasında 2 yıldır süren bir diplomasinin olduğunu bizzat Çin’de ve Türkiye’de takip etmekteyim. Çin Ticaret Bakanı Chen Deming’in 2010 başındaki Türkiye ziyaretinde sinyalleri verilen gelişmeler, Başbakan Vın’ın gezisiyle sonuçlarını vermeye başlamıştır. Türkiye, Çin için ekonomik ve siyasi olarak çok önemli bir konumdadır. Çinli firmalar için Türkiye’nin önemini kısaca şöyle sıralayabiliriz:
• Avrupa pazarına girebilmek için hukuksal ve lojistik açıdan çok önemli bir yerdedir.
• Genç nüfusu ve iş gücüyle yatırımların ihtiyacını karşılayabilecek insan kaynağına sahiptir.
• Dış yatırıma tanınan fırsatlar ve sübvansiyonlar ile yatırımcının önü açılmaktadır.
• Ortadoğu pazarında tutunup devamlılığı sağlamak için de Türkiye’de marka olmak önemli bir husustur.
• Ticari ilişkilerle birlikte gelişecek siyasi ilişkiler Çin’in Türkiye ile daha ciddi ve stratejik anlamda ortaklıklar geliştirebilmesinin önünü açacaktır.
Bunların farkında olarak hareket eden Çin tarafı, karşılıklı geliştirilen diplomasi sonucu Türkiye’de olması gerektiği konuma doğru ilerlemektedir. Başbakan Vın’ın Türkiye gezisindeki iki tarafında menfaatine olan önemli ekonomik gelişmeleri şöyle sıralayabiliriz:
• Edirne-Kars İpekyolu tren hattı ve Türkiye’nin muhtelif yerlerindeki hızlı tren hatlarıyla Türkiye’nin ulaşım alanındaki yatırımları hız kazanmış, Çin kredili yatırımlarla Cumhuriyet’in 100 yılı adına önemli hedeflerin adımları atılmıştır. Bununla birlikte Çin de Türkiye gibi, kendi coğrafyasında ziyadesiyle hürmet gören bir ülkede yapacağı projelerle ciddi referanslar elde etmiş olacaktır.
• Türkiye’nin IMF’yi reddetmesi ile başlattığı bağımsız para politikaları, Rusya ile iki ülke para birimleriyle ticaret konusu gündeme getirilerek desteklenmiştir. Şimdi Çin ile de aynı konunun gündeme alınması, izlenen para politikalarına uluslar arası güvenin arttığının mesajı olduğu gibi siyasi anlamda da mesajlar içermektedir. Gerçekleşmesi zaman isteyen bu konunun gündeme alınması bile çok önemlidir.
• Türkiye’nin Çin’deki yatırımlarına mukabil Çin’in Türkiye’deki yatırımlarının azlığından kaynaklanan rahatsızlıklar Çin’in büyük otomotiv ve enerji şirketlerinin Türkiye’ye yapacağı yatırımlar ve sayın başbakan Vın’ın da arz ettiği gibi Türk devlet bonolarının alımıyla giderilmiş olacaktır.
• Çin tarafının Türkiye’nin Çin’de yapacağı yatırımlarda kolaylık göstereceğini ifade etmesi ve Uygur bölgesine yatırım için açıktan davet etmesi, iki ülke ilişkilerinin sağlamlaştığının ifadesidir.
Bu yönleriyle bakıldığında Çin Başbakanı Vın Ciabao’un Türkiye ziyaretiyle Türk-Çin ekonomik ilişkileri ciddi bir ivme kazanarak “Vın”ladı desek yanlış söylemiş sayılmayız.
Bütün bunlarla beraber Çin’e 2010 ilk yarısında doğrudan giren yabancı yatırımın yüzde 6 arttığını, Çin ihracatının yüzde 7’ye yakın arttığını; buna mukabil Çin’in dış ticaret fazlasının aynı dönemde yüzde 10 civarında daraldığını görmekteyiz. Bunun anlamı, Çin büyümeye devam ederken ithalatını ciddi anlamda artırmaktadır. Küreselleşen dünyada Çin, pazarlarını genişletip ekonomik ilişkilerini artırarak siyasi alanda da sahasını genişletmeye uğraşırken, Çin gibi dev bir pazarın artan ithalat imkanından Türk yatırımcıları ve ihracatçıları faydalanamamaktadır. Çin’e yapılacak yatırımlarla dünyanın Türkiye’ye göre uzak pazarlarına ve en önemlisi Çin pazarına ulaşmak Türk yatırımcısı için mümkün olacaktır.
Anadolu Kartalı, İran Meselesi ve Siyasi Gelişmeler
Anadolu Kartalı Tatbikatı’na İsrail’in alınmayarak bu yıl Çin’in davet edilmesi de Başbakan Vın ziyareti öncesi önemli gelişmelerdendir. Çin’in tarafının Su-27 tipli savaş uçaklarıyla katıldığı tatbikata gelirken İran’da ikmal yapması, “tatbikatın finansı İran’dan” [1]söylentileri çıkarsa da Türkiye’nin kendi tercih ettiği ülkelerle tatbikat yapması çok önemli bir gelişmedir. Gezi öncesi, İsrail’in Haretz ve ABD’nin Washington Post gazeteleri tatbikata ciddi anlamda tepki göstermişlerdir.[2] Zira tepkiler daha çok, böyle bir tatbikata Çin’in katılmasına müsaade edilerek F16’ların ve NATO müttefiki ülkelerin askeri sırlarının Çin tarafından öğrenilebileceği şüphesidir.
Türkiye, 2 yıldır görüşmeleri süren böyle bir ortak tatbikatla hem askeri alanda belli ülkelere mahkum olmadan alternatifler geliştirebileceğini göstermiş, hem de Ortadoğu’daki son gelişmelerle ters düştüğü İsrail’e mesaj vermiştir. Aynı zamanda, Çin’le hem fikir olduğu “İran meselesinin diplomatik yollardan çözümü” tezini dolaylı yollardan yinelemiştir.
Çin’le siyasi ilişkilerin ancak ekonomik ilişkilerin gelişmesiyle ilerleyebileceğini durmadan tekrarlayan birisi olarak, gelişmeleri son derece olumlu bulmaktayım. Bununla birlikte, Türk Çin siyasi ilişkilerinin gelişmesi ve ilerlemesi adına daha uzun bir yol ve ciddi engellerin olduğunu da söylemek yanlış olmasa gerektir.
İlişkilerin Geleceği Adına
Haberlere yansıyan şekliyle olayları anlamanın yanlış beklentilere ve olumsuz gelişmelere bizi sürüklemesi muhtemeldir. Ekonomik anlamda, Türkiye ve Çin arasında özel bölgelerin oluşturulması zaman alacak ve girift bir mevzudur. Çin’in Türkiye’ye yatırım yapması ve ciddi projelere imza atması Türkiye’nin olduğu kadar Çin’in menfaatine bir gelişmedir. Zira Türkiye, bölgesinde daima “referans” ülkedir. Çin, ekonomik ve siyasi anlamda Türkiye’nin farkına varmış ve bunu kendi hesabına kullanabilecek gelişmelerin önünü açmak için fırsatları değerlendirmektedir.
Siyasi olarak Çin ve Türkiye 1950’lerden itibaren hep ayrı saflarda bulunmuştur. Küreselleşmenin getirdiği ortamla bloklar ortadan kalkarak ikili ve çoklu ilişkiler fevkalade hızlı gelişmektedir. Çin’in Barışçıl Yükselişi’nin dünya çapında tanınması ve kabul görmesi adına da Türkiye çok önemli bir üstür. Bu minvalde, ortak tatbikat çok önemli bir gelişmedir. Türkiye’nin 50 yıllık dış politikasında önemli varyantlara girildiği bu dönemde Çin’le geliştirilecek ilişkiler fevkalade önem arz etmektedir. Bununla birlikte Çin’le siyasi ilişkilerin Türk Dış Politikası’nda temel öğelerden biri olması ihtimali şimdilik düşüktür. Türkiye’nin eksen değiştirerek Şanghay İşbirliği Örgütü’ne kayması şu an için çok mümkün görünmemekle birlikte her zaman geliştirilmeye müsait bir ihtimal olarak tarafların önünde durmaktadır. Türkiye’nin, AB ve ABD ile ilişkileri, Rusya ile münasebetlerinin yanında, Çin’le olan ilişkileri henüz çok geri safhadadır; fakat geliştirilemez değildir. Bunun için tarafların birbirlerini anlayarak, sabırla hareket etmeleri gerekmektedir.
Türkiye’nin Çin Algısı
Türkiye Dış Politikasında Çin’le alınan hızlı mesafe ve yeni projeler Türk tarafında belirsizliğe belki bir anlamda kafa karışıklığına sebep olmuştur. Zira Çin’le ilişkilerin gelişmesi iyidir, fakat kontrollü olması gerekmektedir. Bunda Türkiye’nin henüz net bir “Çin Algısı” veya oturmuş bir “Çin Üslubu”nun olmayışı etkilidir. Çin’in Türkiye’de görev yapan diplomatları 5-10 yıl arası Türkiye’de kalıp, akıcı Türkçe konuşabilmekte, Türk tarihi, sanatı, musikisi ve güncel gelişmeleri konusunda birikime sahip olmaktadır. Bununla birlikte Türk tarafının Çin’deki diplomatları 3 yıl gibi kısa bir süre görev yapmakta, dil olarak Çinceyi bilmemekte, kültür ve yaşayış olarak Çin’e adapte olamamaktadır. Son dönemde Pekin’de görev yapan elçimizin şahsi gayretlerinin bile ne kadar önemli neticeler doğurduğu görülünce, Dışişlerinin ve Türk Dış Politikasını yönetenlerin bir “Çin Algısı ve Üslubu” oturtmaları gerektiği gerçeği ortaya çıkmaktadır.
Türk Çin İlişkileri’nin kontrollü ve çift taraf menfaatli olarak “sürekli” ilerleyebilmesinin en önemli yolunun konunun uzmanlarınca ve Dış Politika’nın aktörlerince bahsini ettiğimiz sağlam bir “Çin Üslubu” oturtulması olduğu görülmektedir.
Böyle bir üslup oturtulduktan sonra Çin’le olan ilişkilerin ilerletilmesi yönünde planlı ve programlı çalışmalar yapılabilir. Örneğin, iki tarafın birbirlerine “tehdit” algısı yokken “neden Çin’de Türk vatandaşlarına Afganlı muamelesi yapıldığı”, Çin tarafının Konfüçyüs Enstitülerine Türkiye’de izin verilirken Türkiye’nin Çin’de Yunus Emre Merkezlerine izin vermemesi gibi tıkanık noktalar tartışılabilir. Bu sebeple, Çin’le ilişkilerin geliştirilmesi fevkalade güzel ve önemli bir gelişmedir. Fakat bu gelişmenin “sürdürülebilir” olması, Çin’i iyi anlamamıza ve Çin’in Türkiye’de elde edeceği hakların “karşılıklılık” ilkesine göre Türkiye’nin de elde etmesine, Çin’le masaya nasıl oturulması gerektiğinin bilinmesine bağlıdır.
Siyasi ve ideolojik engellerin ortadan kalkmasıyla, Çin’in Türkiye’nin farkına vararak ciddi anlamda bir Türkiye politikası izlemeye başladığını görmekteyiz. Bunun en önemli adımı olan ekonomik ilişkilerin hızlandırılması ve Türkiye’ye yatırımlar yapılıp ekonomik güvenin ispat edilmesi bunun göstergesidir. Aynı şekilde Türk tarafının da iyi bir Çin politikası ve ekonomik hedefler bütünüyle Çin’e doğru atak yapması faydalı olacaktır…
________________________________________
[1] Hürriyet – Türkiye
[2] http://mil.eastday.com/m/20101008/u1a5482192.html
http://www.turksam.org/tr/a2210.html